Salı, Aralık 31, 2013

MUTLU YILLAR! HAPPY NEW YEAR! BUON ANNO!


Eskiden bir yıl biter yeni yıla girerken yazı yazardım. Geçen bir yılı değerlendirdikten sonra yeni yıl beklentilerimi liste halinde sıralardım. Bugün de aynı şeyi yapmak istiyordum aslında ama bunu yapmak için fazlasıyla yorgun ve üşengecim an itibariyle.

Düşünün ki içeride misafirlerimiz falan var ama ben odamda kendimi koltuktan kaldırıp yatağa atıyorum, yataktan kaldırıp yere atıyorum. Başımı dik ve gözlerimi açık tutabilmek şu an benim için bir mesele.

Yeni yıl senden başta sağlık bekliyorum.

Beni fazla zorlamamanı ve benimle oynamamanı temenni ediyorum.

Ve hayallerimi gerçekleştirmeni, yenilerini ise kurdurmanı diliyorum.

Umarım yeni yıl hepinize güzellikler getirir. Aman daha fazla yazmayacağım, uyurum belki :) Sevgiler.

Cumartesi, Aralık 14, 2013

ÇÜRÜMENİN KİTABI

"...Böylelikle, her geceden sonra, kendimizi yeni bir günün karşısında bulduğumuzda, o günü doldurma gerekliliğinin gerçekleştirilemez oluşu içimizi ürküntüyle doldurur; ve ışık içinde nerede olduğumuzu şaşırmış bir halde, sanki dünya az önce sarsılmış ve kendi Yıldız'ını icat etmiş gibi, bir teki bile bizi zamanın dışına çıkarmaya yetecek gözyaşlarından kaçarız." E. M. Cioran

Bir hafta önce pazar günü aldığım bu kitabın bugün an itibariyle on yedi sayfasını okumuş bulunmaktayım.
Bu kitabı ilk gördüğümde beni ne çekti bilemiyorum, adı mı, kapağı mı, arkasında yazanlar mı? On yedi sayfadan ne anladın diye sor, bilmiyorum. Onu da bilmiyorum. Sadece bazı yerleri içimde benim bile "iletişim kurmakta zorlandığıma" dokunuyor. O nedenle aklımda kalanlar da bunlar oluyor. Yukarıda size yazmış olduğum da bunlardan biri.

Her sabah yataktan bin bir güçlükle kalktığımda masamın başında duruyorum ve üstündeki takvime göz atıyorum. Geçen günlerin üzerini pembe bir fosforlu kalemle çizdiğim takvim...Bunun bir muadili de başka bir masamda var. Onun da üstünü kırmızı kurşun kalemle çiziyorum. Neyi saydığımı, neyi beklediğimi bilmiyorum. Bazen yaptığım bu şey, gerçekten dünyanın en vahşice şeyiymiş gibi geliyor. Yani benim ömrüm bir kum saati ise, her bir kumu kendi elimle alttaki fanusa koyuyormuş gibi hissediyorum. Neyse uyandığımda bu takvime bakıyorum ve işte o zaman tıpkı Sn.Cioran'ın da bahsettiği gibi, içimi bir ürküntü dolduruyor. O günü doldurma gerekliliği ve bunun gerçekleştirilemez oluşu...

Günlerimizi ne tam anlamıyla doldurur? Aşk mı, para mı, seyahat etmek mi, iş mi, arkadaşlar mı, aile mi? Onu da bilemiyorum. Çünkü hepimizin bu soruya vereceği cevap farklıdır ya da hiç birimizin bu soruya vereceği bir cevap yoktur.

Yine aynı kitapta der ki;

"Halbuki gözlerin işlevi görmek değil ağlamaktır; gerçekten görmek için de gözlerimizi kapatmamız gerekir.
Ağlamak biz de zayıflık hatta bazen samimiyetsizlik olarak algılanır. Dünyanın en yanlış algısı. Mevlana der ki "Yürek yanmadıkça göz yaşarmaz." Dünyada söylenmiş en doğru sözlerden biri. Ne yazık ki bazen insan ağladığında bile bir şeyleri kanıtlamak zorunda kalıyor. Artık size kimse inanmıyor. Herkes herkesin çürüdüğünü düşünüyor. Gözyaşları karşınızdakinin çürük kokusunu engelleyemiyor.

Dün gece aralıksız rüya gördüm. O kadar içim sıkılıyordu ki uyumak bile istemedim. Yine saçma sapan şeyler görürüm diye. Ama tam tersi, insanların can sıkıntısı genellikle uykularını kaçırırken benimki tam tersi daha çok uykumu getiriyor. Yine uyuyup bir sürü saçma sapan şeyi görmeye devam ettim tabii.

Gerçekten görmek için gözlerimizi kapatmamız gerekir.

Gözlerinizin açık olduğu zamanlarda da şu kitabı bir okuyun derim.  

Tembeller ve merak edenler için kitaptan alıntılar:



Cumartesi, Aralık 07, 2013

ŞUURSUZCA ARKA ARKAYA DİNLENEN ŞARKILAR.


Sevgili okurlarım hepiniz hoşgeldiniz!

Geçen hafta bu şarkıyı dünyanın en alakasız yerinde duyduğumda: "Ya dedim, ne güzel söz! 'İyiyim dediğim herkese ağlamam zaman aldı' vay anasını, düşünsene" dedim.

Hoş şimdi fark ediyorum bu cümlenin aslı şöyleymiş: "İyiyim dedim herkese ağlamam zaman aldı."

Anlam tabii ki de değişti. Hem de nasıl değişti!

Şuursuzca arka arkaya söylemekten bıkmadığımız yalanlar var. Şöyle izah edeyim efendim:

Örneğin günde ortalama on kez şu soruyu ya birilerine soruyoruz ya da birileri bize soruyor...

-Nasılsın?
-İyiyim.

Bu aslında ne biliyor musunuz?

-Nasılsın? (Aslında nasıl olduğun hiç de umurumda değil, ama eh seni gördüm adettendir bir sorayım dedim.)
-İyiyim. (Sana bu cevabı verirken, kendime aslında gerçekten nasıl olduğumu sormadım.)

Ondandır belki de bu şarkıdaki işbu söz çok hoşuma gitti. Ama tabii ki benim versiyonum: İYİYİM DEDİĞİM HERKESE AĞLAMAM ZAMAN ALDI. İyiyim dediğim herkese ve "iyiyim" demeden önce kendime nasıl olduğumu sormam zaman aldı...Kendime içten olmam zaman aldı.

Biz kendimize içten değiliz ya. Valla bakın edebiyat kasmak için söylemiyorum bunu. Kendimize bile bir samimiyetsizliğimiz mevzu bahis burada...

Her fani insan gibi, benim de bazen kendime dürüst olmam zor oluyor. Ama belki de artık bu konuda biraz takıntılı olduğumdan artık her önüme gelen "nasılsın"a "iyiyim" diye atlamıyorum. Önce ben de kendime nasıl olduğumu soruyorum. Akabinde kötüysem "kötüyüm" diyor ve bana öylesine nasıl olduğumu soran herkesi bu soruyu sorduğuna pişman ediyorum.

İki haftadır günde milyon kez bu şarkıyı dinliyorum. Şuursuzca. Hayatta şuursuzca arka arkaya dinlenen şarkılar var. Ne buluyorum bilmiyorum. Belki de benim için hiç bir anlam ifade etmiyor. Ama bir gerçek var ki, eğer ben bir şarkıyı şuursuzca dinleyeceksem; o şarkıyı ilk dinlediğimde (ilk dinlediğim 5 sn içerisinde üstelik) bir şey beni içimden yakalıyor. Ya tınısı, ya sözü, ya bir şeyi. Bir şarkıyı dinlerken ilk 5 saniye içerisinde biliyorum o şarkıyı bir daha hiç bırakmayacağım.

Yalnız sevgili Model valla bakın benim versiyonumla o söz daha güzel, daha be anlamlı ablacım :p

Zaman dondu sanki. Her şey sıradandı.
Zaman donsa sanki, her şey sıradanlaşır mı? Bence sıradanlaşmaz. Zira zaman donsa ayrıntıları daha net görebiliriz. Ayrıntıları olan bir şey sıradan olabilir mi?

Ya konuyla şimdi aşırı alakasız olacak farkındayım ama Burcu ablanın böyle bir şarkısı vardı hatırlayanınız var mı? Paylaşmazsam ölürüm burada :) Keşke benim de sesim güzel olsaydı da böyle çığırabilseydim :( :p Çocukluğumda dinlediğim her bir şarkıya ayrı bir takıntım var sanırım.

Farkındayım oldukça anlamsız bir yazı oldu. Zaten şu an fark ediyorum ben bugün lokantayı sadece bu şarkıları çalmak için açtım.

İyi geceler efenim. Müdavimle kalın.




Cumartesi, Kasım 16, 2013

BAZEN.

Bazen bazenlerle kavga ediyoruz. Kafamdaki bir bazen içimdeki diğer bazene saçma sapan kafa tutuyor. Bazen hayatım ne olacak diye merak ediyorum. O zaman diğer bir bazen bana tüm bu kaygıların gereksiz olduğunu hatırlatıyor. Bazen elimde bir kahve pencere kenarında dışarı bakarak bu şarkıyı dinliyorum. Bazen yorgun oluyorum. Bazen hiç ummadığım bir anda içimde kaynağını bilemediğim bir enerji buluyorum. Öyle ve nedensiz...

Sonra kafamı kaldırıp bazen gökyüzüne bakıyorum. Bazen de etrafımda dinlediğim her bir söz kulaklarıma anlamsız geliyor. Bazen aldığım her nefes bir hediye gibi bazense yüzümde buruk bir gülümseme bazen de alaycı...

Bazen ben susuyorum. Bazense bazen işte. Bazenlerle dans ediyoruz.

Bazen ben bunun gibi dünyanın en manasız yazısını yazıyorum.

Bazen yaşadığımız her şeyde bir mana aramanın dünyanın en hastalıklı alışkanlığı olduğunu düşünüyorum.

Bazen Vinicio Capossela'yı karşıma alıp birer kadeh kırmızı şarap içelim diyorum. Demek istiyorum ki "Abicim ne güzel söylüyorsun sen bu şarkıları!" Neyse ki hala hayatta.

Bir de takip edenler bilir, Lacrimosa için Mozart'a teşekkür etmek isterdim. Ne yazık ki artık hayatta değil.

Şimdi güzel bir şarkı bulmak istiyorum, aa günün menüsünü söyleyemedim size.

Öyleyse şimdi günün menüsü dün yiyemediğim o balık ve dün yiyemediğim o helva olsun.

Yanına ne içeceğinizi siz bilirsiniz, masa altından...

Bazen kanıma dokunuyor. Bu hayatta, bu gökyüzünün altında, bu yer kürenin üzerinde olan biten her şey kanıma dokunuyor. Ama ne yazık ki bazen... Çünkü bazen kendi hayatım o kadar içine alıyor ki beni bazen yutulduğumu hissediyorum. Bazen değil bu sefer. Her zaman herkesin sadece kendi hayatını, kendi yaşadıklarını ve hissettiklerini sadece bilebiliyor olması yüzünden. Uzağımızda olan şeyler bize fazla dokunamıyor. Ama bazen dokunamayan her şey benim çok kanıma dokunuyor.

Ben küçükken bir sürü Türk filmi izlerdim. Yine bazen değil her zaman o nedenle dinlediğim her Türk filmi müziği beni mutlu eder. Size bir tane açayım da kulaklarınızın pası silinsin:


Nasıl hoşunuza gitti değil mi? Ya da gitmedi, çok da umrumda değil. Bazen ne düşündüğünüz hiç umrumda olmuyor. Bazen ne düşündüğünüz gerçekten içimi sıkıyor. Nur içinde yat Esin Engin.

Zaman çabuk geçiyor, zaman bir dur. Zaman bana yapmak istediklerimi yapabilmek için biraz zaman tanı.


 Düşünsenize yıl 1969, Nada 16 yaşında, Sanremo'da bunu söylüyor. Ve de üçüncü oluyor. Zaman bu kadar çabuk geçme. Lütfen.


Pazar, Ağustos 25, 2013

AYAKLARIMI YEMEYİN SİVRİSİNEKLER!

Haksızlık yapıldığını düşünüyorum.
Dünyadaki her insanın içindeki iyiliğe haksızlık yaptığını düşünüyorum.
Babama çok şey söylemek istiyorum, sadece susuyorum.
Kendime bir hayat hayal ediyorum ve her şeyi bir anda kaybedebileceğim aklıma geliyor.
Eski bir kutudan eski yeşil bir akordeon çıkarıyorum.
Yıllar önce çok iyi bir arkadaşımın anısı olan...
Babaannem gibi akordeon çalamıyorum ve onun kulakları benden daha iyi duyuyor.
Benim gözlerim onunkilerden daha kahverengi, kaşlarım daha belirgin.
Bir adam içimde şarkı söylüyor, bir kız sessizce ağlıyor.
Aynaya bakıp annemle konuşuyorum.
Annemi çok seviyorum.
Sivrisineklerden nefret ediyorum. Hava sıcak ve boğucu. Bazen sesler çok katlanılmaz oluyor.

Cuma, Ağustos 16, 2013

KÜÇÜK ŞEYLERLE MUTLU OLMA : GÜZEL, UMUT DOLU BİR ŞARKI DİNLEMEK.

  • Eşliğinde yemek yiyelim:

  • Masamızda neler var: Haydari, kalamar tava, çupra, somon, patates kızartması, çoban salata ve çıtır çıtır taptaze bir ekmek.
  • Masa altımızda ne var: Rakı! İçkisiz balık lokantasından, müesseseden :)
Bugün bir apartmanın terasında oturan altı yedi kişi gördüm, bir masanın etrafında sohbet ediyorlardı. Sadece bir iki saniye bakabildim, çünkü bir vasıtanın penceresinden konuk olabildim masalarına. Yani hızlıca geçip gittim yanlarından. Ama o bir iki saniye için baktığım masalarında, hallerinde, tavırlarında, ne konuştuklarını hiç bilmesem de -ve hiç de bilemeyecek olsam da- sohbetlerinde çok tatlı bir basitlik vardı. Basit, yalın, öyle...
Sonra eve doğru yürürken kafamı kaldırdım, gökyüzüne baktım. Bir kuş uçuyordu, binalar vardı etrafımda. Yazık bazen üzülürüm, yani kafama takacak daha büyük bir şey bulamadığımda... Şehirde yaşayanlar kafalarını kaldırdıklarında ucu bucağı olmayan bir gökyüzü göremiyorlar. İlla bir beton kesiyor resmi. Neyse canımız saolsun. Ne diyordum? Heh, oradan da basit bir an yakaladım kendime. Bazen durur ve yaşadığım anda bir basitlik ararım. Siz de yapar mısınız bunu?
Yapmıyorsanız muhakkak deneyin, kafanız düşüncelerle boğuşurken ya da işte canınız çok sıkılırken, gündelik koşuşturmacalar boğazınıza boğazınıza basarken durun ve basit bir an yakalayın. Etrafınızda her gün zibilyon kere kendini tekrar eden ama hiç odaklanmadığınız bir şey yakalayın ve fazla değil on saniye ona bakın. Ne kadar basit olduğunu düşünün, hayatın da aslında böyle basit olduğunu. Eğer zamanın durduğunu hissediyorsanız neyden bahsettiğimi anlamış demeksiniz :)
İnsan ne hissediyor, ne fark ediyor biliyor musunuz?
Hayatın size ihtiyacı yok, akıp gitmesini sağlamak için parmağınızı dokundurup onu uyandırmanıza ihtiyacı yok. Çünkü hayat en basit haliyle akıp gidiyor, belki de bizim parmağımızı kendimizi dokundurup uyanmaya ihtiyacımız var . Ya da içimizde uyanmış olanlarımız varsa onlar için söyleyelim: Bir sonraki adım en basit halimizle akıp gitmek. Bizse çoğu zaman içimizi sıkıntılarla doldurup nehrin orta yerinde çakılı kalan taşlar gibiyiz. Ve sadece yanımızdan geçip giden ağaç dallarını izliyoruz.
Soframa bu akşam konuk olmuş herkese bir kolaylık yaptım ve yukarıdaki şarkıyı paylaştım. Zira duyuyorsunuz değil mi seslerindeki basitliği? O yüzden çok güzeller. Bana eşlik ettiğiniz için siz de güzelsiniz. :) Hadi iyi akşamlar! 

Çarşamba, Ağustos 14, 2013

BİZDE YENİ GELENLERE ÖNCELİKLE GÜLER YÜZLE KARŞILAMA YAPILIR! :)

Gözlerini an itibariyle ekrana dikmiş bu satırları okuyan herkes!

İçkisiz Balık Lokantası'na hoş geldiniz! 


Eşliğinde okumanız tavsiye edilir :) Uié! 
(U ye!)

Uzun zamandır değişik bir şeyler bulma karın ağrısı içerisindeydim. Bu çabalarım çeşitli şekillere bürünüp durdu ama bir tanesini yapmaya elim gitmemişti. Derken... Bir gün ansızın bu lokantayı kurmak aklıma geldi. İşbu lokanta benim olduğu kadar da sizlerin. Arada tatlı tatlı soframızı kurup sohbet edeceğiz. Bazen de ben kendimle sohbet edeceğim. Demeye çalıştığım şu ki; yıllardır içimde birikmiş olan yazma isteği -ki ah eskiden ne çok yazardım- buralarda kafanızı biraz şişirecek. 

İçkisiz balık lokantamızın belirli bir  işletme konusu yok, olmayacak da. Canımız ne isterse onu konuşacağız, ondan bahsedeceğiz. Düşünün bu sabah aklıma arada yemek tarifi yazmak bile geldi :)

Ben kim miyim? Kim olduğumun çok bir önemi yok. Birlikte sohbet etsek yeter. Evet, şimdilik diyeceklerim bu kadar hakim bey, izninizle mutfağa geçiyorum. Yemekler piştikçe oturup birlikte yiyeceğiz.

Görüşürüz.

NOT: Bu blogda yazılanların hatta yazarın bile gerçekle ilişkisi yoktur. Yazılanlar ve yazar tamamen deli bir aklın ürünü olup, söz konusu yazarı ve yazdıklarını "müdavim ve onun yemekleri" diye bellemeniz yeterli  olacaktır.

İKİNCİ NOT: Belki de ben bu kadın gibi bir İtalyanımdır, tek farkım Türkçe'yi daha iyi konuşabiliyor olmamdır :) U ye! U ye! E Penelope non correre! La regina cattiva deve sorridere sempre!